CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

23 Ekim 2008 Perşembe

Geri sayım başladı...

Anne, kardeşim buranın içinde mi???

Bakmayın siz yandaki “Nehir yolda” çubuğunda kalan günlere (mesela bu yazı yayınlandığı anda Nehir’imizin aramıza katılmasına 53 gün var gözüküyor), sevgili doktorum Sibel Hanım,ultrason verileri doğrultusunda bebeğin gelişimin 2 hafta önde olduğunu sezeryan olacağım için 20 Kasım itibariyle gün seçmemi söyledi :)
Önümüzdeki hafta kontrole gittiğimde kesinleştireceğiz ama şu an için aklımızdan geçen 2 tarih var 21 ya da 28 Kasım :) Bu da şu demek oluyor; Nehir’in aramıza katılmasına 1 ay kadar kısa bir süre kaldı. İşte şimdi heyecanlanmaya başladım…

17 Ekim 2008 Cuma

Bakıcı nasıl bulunur? Nasıl kaybedilir?

Yok mu benimle ilgilenecek tatlı bir abla?


Bir çocuğun en sağlıklı şekilde yetişmesi ve gelişmesi için annesi ile beraber olması elbetteki çok güzel bir şey. Ancak günümüz koşulları,bu çocukların gelecekleri adına annelerin iş hayatına devamını zorunlu kıldığında ya da benim gibi peşpeşe ve sorunlu bir hamilelik yaşandığında destek şart oluyor. Benim gibi bazı şanslı anneler, anneanne ve babaanne desteği ile bir süre ya da uzun bir süre idare edip çocuklarıyla geçirdikleri kısa zaman dilimlerinin “kaliteli zaman” olmasına özen göstererek durumu dengeliyorlar. Normal koşullarda ağustos ayında Efe Deniz 8 aylık olduğunda işe dönmeyi planlayan bendenizin yazla ilgili tüm planlarının olduğu gibi bu planının da nasıl suya düştüğünü okumuştunuz. Bir çeşit “kul kurar, kader güler” durumu anlayacağınız. Ağustosta işe dönemeyeceğimden bihaber bakıcı-abla arayışlarım bütün yaz devam etmiş ve kendimi şanslı saydığım bir şekilde tam da benim işe döneceğim zaman bizimle çalışmaya başlayacak tecrübeli, tecrübeleri benim gözlerimle denetlenmiş bir abla bulmuştum. Hikayemizin daha önce de paylaşmıştım ama okumayanlar için bir kez daha anlatayım;
“Havuzun çok kalabalık olduğu günlerden birinde annem kendine ait şezlonglardan birini çoluk çocuk gelen bir aileyle paylaştı. Bakıcı arayışlarına başlamak üzere olduğumuz bu dönem, bu ailenin yakında 1 seneliğine Amerikaya gideceklerini ve bakıcı ablalarını yanlarında götüremeyeceklerini öğrendik. Aile güvenilir başka bir aileye devretmek istiyordu ablalarını çünkü kız hem çalışkan hem dürüst hem de temiz pak çocuklarla iyi anlaşan bir bakıcıydı. Uzun uzun kızı inceledik, bebekle ilgilenmesine, davranışlarına baktık ve artık biliyorduk ki ağustos ortası gibi başlayacak olan bakıcı ablamızı bulmuştuk. Aile amerikaya gitti Lara bizim yanımıza geldi. Ancak saadetimiz uzun sürmedi. Amerika’ya giden ailenin annesinin babası beyin kanaması geçirmişti ve Pazar günü Türkiyeye dönüyorlardı. O hengame arasında çocukla ilgilenemeyecekleri için Larayı bir süreliğine almalarında sorun var mıydı? Biz vicdansız mıyız, böyle bir durumda “hayır” denebilir mi? Tabii ki Lara onların yanında olmalıydı. Hatta Lara tereddüt yaşarken bile biz “bak onların sana ihtiyacı var yanlarında olmalısın” diyorduk. Bu sebeple Çarşamba yanımızda işe başlayan ablamız 4 gün sonra yine eski çalıştığı ailenin yanına döndü. Yaklaşık 1 hafta kadar onlara destek oldu ve 1 hafta sonra yine bizim yanımıza geldi. Ancak geldiğinde yüzüne bir mahsunluk çökmüştü. Nedenini sorduğumuzda eski çalıştığı aile buradayken bizimle çalışmanın ona zor geldiğini söyledi. “Ahh ne vefalı kız” diye düşündüm içimden (salak+saf Başak). Bir yandan da diğer ailenin annesiyle görüşüyorum ne yapacaksınız diye. Amerikaya geri dönmeyeceklerini hem çocukları yuvaya başlayacakları için ihtiyaçları olmadıklarını hem bizim Lara’ya daha çok ihtiyacımız olduğunu o yüzen geri almayacaklarını söylüyor. İki hafta daha bu durumda idare ediyoruz. Efe Deniz ile araları iyi,yüzü gülmeye hatta bizle birlikte gelecek planları yapmaya başlıyor; doğacak kızımıza tokalar almaya, önümüzdeki yaz Efe Deniz ile havuz kenarında yakalamaca oynama hayalleri kuruyor, bizimle kalmak istediğini, kalbinin bizden yana olduğunu belirtiyor. İçimiz rahat (salak+saf Başak) O hafta izne çıktığı pazar, diğer anne arıyor annemi, gelip görüşmek istiyor benim annemde olduğumdan haberi yok. Beni de karşısında görünce çok şaşırıyor. Lara onu aramış ve geri dönmek istediğini söylemiş-miş, aklı başka bir yerde olan bir kız, çocuğumuza da iyi bakamazmış,aslında o kal derse yine de bizimle kalmasını sağlayabilirmiş ama çocuğumuza faydası olmazmış biz yeni bir bakıcı bulana kadar ama bizimle kalabilirmiş...Kısacası “şaibeli” bir gidiş!!! Annemin yüzündeki ifadeyi görmeniz lazımdı,resmen gözünden ateş çıkıyordu. Efe Deniz bakıcımıza alışmış, herşeyi düzene sokmuşuz hadi tekrar sil baştan ve neredeyse kaybedilen 1 ay süre. “Hemen eşyalarını alsın bir gün bile daha fazla kalmasına gerek yok” dedi. Karşı taraf zorlanırsınız diye ısrar etse de, annem çok net. “ Başağın erken doğum tehlikesi olmasa bu kadar sorun olmaz ama bize çok vakit kaybettirdiniz, birgün daha bizimle geçirmesine gerek yok” diyor.
Annemin tepkisinin o dönem Lara’ya olduğunu zannetsem de annem Lara’dan değil ailenin annesinden şüpheleniyor ki hala belirsizlikler olsa da son zamanlarda öğrendiklerimiz de bu doğrultuda oluyor. Aslında döner dönmez, “bakın işler ters gitti, bizim oğlan Lara’ya alışık kusura bakmayın ama Lara’yı geri almak zorundayım” dese hiç sorun çıkmayacak. Ne biz zaman kaybedeceğiz, ne de Efe Deniz alıştığı kişiden ayrılmak zorunda kalacak. Tüm bunlara Efe Deniz’in artan kiloları ve annemin koluna yapışık yaşaması sebebiyle annemin sağ kolunda hissizlik-ağrı ve tutmama eklenince nasıl zor durumda kaldık tahmin edin. Diğer ailenin annesi o Pazar beni defalarca arayıp irtibat numaraları ve başka bakıcı isimleri verdi. Hemen o akşam bir tanesi ile görüşmeye gittik. Azerbaycanlı,30 yaşında eli yüzü düzgün ve çocuk hemşiresi olan tombiş bayanı gördüğümde içimden “ama çok kolay oldu, yeni ablamızı bulmak” diye geçirdim. Ancak çaylarımızı içip koşulları konuşurken daha önce çalıştığı yerden 1.500 YTL’den ayrıldığını bu yüzden bizde de minimum bu fiyat + izin paralrı koşuluyla çalışabileceğini söylediğinde son yudumladığım çayın boğazımda nasıl donup kaldığını az çok tahmin edersiniz herhalde…
O hafta içi ajans maceralarımız başladı. İnternetten araştırıp bulduğum muhtelif ajanslardan aldığım randevularla annem, Efe Deniz ve yuvarlana yuvarlana yürüyen ben, ajans ajans gezmeye başladık. Hiçbir ajansı zor durumda bırakmamak için ajans isimlerinin vermeyeceğim. İlk gittiğimiz ajans gayet nezih ve temiz bir ajanstı. Bayan G, bizimle çok güzel ilgilendi ve elinde bizim kriterlerimize uygun sadece bir bayan olduğunu söyledi. Eli yüzü düzgün, temiz pak, 30 yaşında olan bu bayan çok az türkçe biliyordu ama o gün boyunca gördüğümüz kişilerin içinde en iyisi idi. Tek sorun 600$+izin parası karşılığı çalışmak istiyordu ve aracı olan ajansımız da aynı parayı bizden komisyon olarak alıyordu bu para karşılığı da 3 ay danışmanlık hizmeti veriyordu. 3. Ayın sonunda bakıcımız giderse yeni bakıcı için tekrar para vermemiz gerekiyordu. Bir sonraki gittiğimiz ajans, bir önceki ajansın bu uygulamayı bilerek yaptığını, her 3-4 ayda bir kadınlara başka iş bularak yeni kadın üzerinden tekrar para kazandıklarını söyledi. Bunları söyleyen 2. Ajansın bize süper hizmet verdiğini düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Bir kere içeri girerken bile endişe ediyordu insan. Yaşları 16 ile 60 arası değişen bakıcıların kiminin tüm dişleri altın kaplama, kiminin suratından düşen bin parça, kiminin öyle gözü açık ki evde ne varsa götürebilecek, kimi değil çocuğa kendine bile bakamayacak durumdaydı. Bu ajansda görüştüğümüz bakıcıların maaşları da 500 ile 700$ +izin parası arasında değişiyor, bakıcının bir maaşı kadar ücret ajansa komisyon olarak veriliyor ve 6 ay danışmanlık hizmeti alınabiliyordu. Kendimizi dışarı zor attığımızda telefonum çaldı. Günün sonunda görüşeceğimiz ajans sahibiydi arayan. Polis baskın yapmıştı ve onlar kaçmışlardı, bugün görüşmemiz mümkün değildi. “Nasıl yani, ya biz de orada olsaydık???, acaba polis bizi de alır mıydı?” Allahım nelerle uğraşıyorduk!!! Yarın için bana yer ve zaman bildirmek üzere kapattı telefonu bay H. Üçüncü ve o gün için son görüşmemiz olan ajansa geldiğimizde,düzgün ajanslar da olduğunu gördüğüm için içim rahatladı. Gayet profesyonel iki bayan karşıladı bizi. Aradığımıza yakın özelliklerde sadece bir bakıcı vardı ellerinde onun da yaşı ne yazık ki 42 idi. Efe Deniz’in hareketliliğine 42 yaşında bir kadının yetişmesi pek mümkün olmayacağından teşekkür ederek ve başka olasılıklarda tekrar görüşmek üzere diyerek, ayrıldık. Eve geldiğimizde sudan çıkmış balık gibiydik. Bu nasıl bir sektördü, canını birine emanet etmek ne zor işti. Dokunsalar ağlayacaktım. Zavallı annem tutmayan koluyla Efe Deniz’i idare etmeye çalışıyor, ben de elimden geldiğince destek olmaya çalışıyordum ama biraz fazla yerde vakit geçirsem hemen bir kramp aklını başına topla diyor ve yine tüm yük anneme kalıyordu. Ertesi gün, bir önceki gün kendimi yorduğumdan olsa gerek ağrılarım olduğundan bütün gün yatmak zorunda kaldım.
Bir sonraki gün bay H aradı (hani şu basılanlar). Kadıköy’de olduklarını söyledi. Bizim de Kadıköy’de bir görüşmemiz vardı. Önce bay H ve saz arkadaşlarını görelim dedik. Adam gayet kibar ama saz arkadaşları?!?… ikinci ajansta karşılaştığım manzaraya ek olarak birkaç adet kırmızı ojeli-rujlu, derin göğüs dekolteli, düşük bel pantalonu ile eğilip Efe Deniz’i alırken tüm hatlarını görme fırsatı bulduğum birkaç hatun daha eklerseniz, burada görüştüğüm 10 küsür kadından hiçbirini de bakıcı-abla olarak evime sokmayacağımı az çok tahmin etmişsinizdir.

Dışarı çıktığımızda annem de ben de derin bir nefes aldık. Görüşeceğimiz son bir ajans kalmıştı ama bizdeki umut iyice tükenmişti. Ajans ilk bakışta çok derbeder görünsede karşımızda bizle görüşmeyi bekleyen kız gayet cici ve terbiyeliydi. 20 yaşında,ilk defa memleketinden ayrılmış olan bu Türkmen kızı hiç türkçe bilmiyordu ama söylenenleri az çok anlıyordu. Akrabasının da Türkiyede yaşıyor olması bir avantajdı. F hanım ile koşulları konuştuk. Bu ajans sadece yarım maaş komisyon alıyordu ve 1 yıl danışmanlık hizmeti veriyordu. Annemle birbirimize baktık ve “tamam, oldu bu iş” dedik. Ajans’dan çıkarken yeni ablamız da bizimle birlikteydi artık. Günlerden Perşembeydi. Yeni ablamız O. İle Efe Deniz iyi anlaşmışlardı. O. Da annemlerde kalıyor ve Efe Deniz’in düzenini, yemek pişirme tarzımızı öğreniyor, bir çeşit staj yapıyordu. Tüm gün yaptığı Efe Deniz ile oynamak ve akşam yemeğinden sonra bulaşıkları makinaye koymaktı.
Efe Deniz uyuduğu zamanlarda da gelip bizimle oturuyordu. Bizim eve de alışması için bir gün annemle beraber bize geldiler. Eşimin 3 thisirt ve 2 gömleği vardı ütülenecek. Ütüyü nasıl yaptığını görmek için Efe Deniz uyuduğunda bunları ütülemesini ve öncelikli olarak thisirtlerden başlamasını istedim. Bizim ütü şu buhar tanklılardan olduğundan thisirtün üstünden bir kere geçtin mi hemen ütüler, yarım saat sonunda bizim kızdan es seda çıkmayınca yanına gittim. Bir de ne göreyim 3. Thisirte daha yeni geçmiş. Neyse alışınca düzelir dedim,gömlekleri annem devraldı ütü 1 saat daha sürmesin diye. Çarşamba sabahı (O.nun 6.günü) annem aradı, O’nun yüzünden düşen bin parça gelelim de bir konuşalım dedi. Bize geldiler, gerçekten de hatunun karadenizde gemileri batmış gibiydi. 1 saat boyunca dil döktük “ Neyin var O’cum? Hasta mısın? Birşeye mi bozuldun? Biriyle mi tartıştın? Anneni mi özledin? Sevgilin mi var ve aramadı? Biz mi bir şey yaptık…..daha neler neler… Bir saatin sonunda bizimki kendini banyoya kapadı yaklaşık yarım saat sonunda çıktığında ağlamaktan gözleri kıpkırmızıydı. Haydaaa, küçücük kız nesi var filan derken akrabasını arayıp, durumu anlatmak geldi aklımıza. G. Teyzeysini aradım ve “O. çok üzgün bize açılmıyor, onun bu hali bizi de üzüyor bir konuşsanız diye telefonu O’ya verdim. Kendi dilinde konuştu, konuştu telefonu bana geri verdiğinde G. Teyzesi memleketini annesini özlediğini, geri dönmek ve bu ülkede kalmak istemediğini bugün O.yu ajansa geri getirip getiremeyeceğimizi sordu.Tabii hemen apar topar O.’yu ajansa geri götürdük. Azıcık yüzü güldü ama bu sefer de bizden ayrılacağına üzülüyor. İki de bir de gelip Efe Deniz’e bakıyor gözleri dolu dolu oluyor. Ajans sahibi F. Hanım çok şanslı olduğumuzu Tokat’tan gelen yeni bir bakıcı adayı olduğunu söyledi. Kızcağızın Tokat’ta 3 yaşında bir çocuğu vardı ama boşanmak üzere olduğu için ailesi reddetmiş, eşinin ailesi de çocuğu göstermiyorlardı. 20 yaşındaki bu çıtı-pıtı dilimizi anlayan ve kimsesiz hisseden bu yeni ablayla ayrıldık ajanstan. S. Hem eli çabuk, hem hamarat, hem de Efe Deniz ile iyi anlaşan bir kızdı. Kısaca arada kaçamak içtiği sigaralar bir de sürekli mesaj geldiğini anladığımız bip’leyen telefonu dışında hiç problemimiz yoktu. Taa ki bayram sabahına kadar. Bayram sabahı S. Anneme, eşinin onu tehdit ettiğini, anne olduğu için bebeğe bir zara gelirse diye endişelendiğini bunu bizimle paylaşmazsa vicdan azabı çekeceğini ve kalma ya da gönderme kararını bize bıraktığını söylemiş. Çok kafamız karıştı, çok üzüldük, sürekli bir gel-git yaşayıp durduk. Ama alkol aldığı zaman cam-çerçeve indiren, kendini jiletle doğrayan ve silahı olan bir adamdı söz konusu olan. Bir izin gününde S’yi takip edip, gecenin bir vakti kapıya dayansa, eşim kapıyı açtığında saldırsa, ya da parka ..vs’ye gidildiğinde Efe Deniz’i kaçırmaya kalksa ne yapardık. Üzüle üzüle de olsa ayrılmak zorunda kaldık S’den. Bu dönem Lara’nın çalıştığı evden bir haber geldi. Lara’nın bir akrabası bayram sonunda ülkesinden dönecekti ve iş arıyordu. Daha önce ikiz bakmış olan bu kızın çok methini duymuştum. Bayramın son günü gittik ve görüştük. Babasıyla birlikte görüşmeye gelen kız, Lara’yı çok andırıyordu ve masanın altında bir saniye bile durmayan bacağı ne kadar hiperaktif olduğunun sinyalini veriyordu, ki bizim de aradığımız buydu. Bayram bittikten sonra başladı çalışmaya. Neredeyse 2 hafta olacak, şimdilik bir sorun yaşamadık ve oldukça memnunuz (tak tak tak). Ama artık güvenim kalmadığından bakalım önümüzdeki günler ne gösterecek demekten alamıyorum kendimi.
Tüm bu süreç, bana bakıcı ararken nelere dikkat edilmesi gerektiğini az çok öğretti:
1-Bakıcıyı tanıdık aracılığı ile bulmayı dene, bulamıyorsan ajansların hilelerine kanma (bu konuda tecrübe sahibi oldum, son çalıştığım ajansın no’sunu ihtiyacı olanlara verebilirim)
2-Çocukları sevip sevmediğini sorgula ( hiç durmadan 1 saat ağlarsa ne yaparsın, yemeği yüzüne püskürtse ne yaparsın, saatlerce uyumamak için direnirse ne yaparsın..vb gibi ama tabii ilk etapta sana “ehh uyumuyorsa kapısını kapar bırakırım tek başına” demiyecektir)
3-Bakıcının yaş aralığının 18-35 olmasına dikkat et (ki 30 üstü olanlar genelde emekleyen ya da koşturan bir çocuğun peşinde bir süre sonra yeterli enerjiyi koruyamayabiliyor. Genç bakıcılar ise saatlerce oyun oynamaktan sıkılmıyorlar)
4-İlk başlarda kimseye güvenme, söylediklerinin yarısına inan. (O ile ve S ile ilgili sonradan başka konular çıktı)
5-Tüm isteklerini, çocuğun ve evin durumunu en başta belirt. (ben her seferinde bakın bizim oğlan biraz hırçın ve çok hareketli, evde sigara içilmesini kesinlikle istemiyorum diye belirtmeme karşın “sizin oğlan da amma hareketli lafını duydum ve odaya kapanıp sigara içildiğine şahit oldum)
6-Eli çabuk ve hamarat olup olmadığını sorgula (sen çocuğunla parka gittiğinde ya da çocuk uyuduğunda etraf oyuncakla doluyken oturup Seda Sayan izleyenleri çok duydum ve yarım saatte 3 thisirt ütüleyemeyenine şahit oldum)
7-Mümkünse, tüm gün çocuk ve bakıcı başbaşa evde kalacaksa, evin muhtelif yerlerine kamera sistemi döşet
8-Ve canının parçasını emanet ettiğin kişiye asla çalışan muamelesi yapma (bu çok tartışılan-tartışmaya açık bir konu ama ben bakıcı kelimesini bile kullanmamaya özen gösteriyorum, artık o bizim evimizin bir parçası,çocukların ablası oluyor. Kendi masalarında yemek yedirmeyenleri, kendi yediklerinden farklı yemek verenleri ve hizmetçi muamelesi yapanları duydukça da şaşırıyorum)
Sonuçta tüm bunları bilmek yetmeyebiliyor. İyi bir bakıcı bulmak biraz da şans işi. Umarım bizim bu ablamız yıllarca kalır bizimle de aynı hengameleri bir daha yaşamayız. Darısı tüm bakıcı arayanların başına…



glitter-graphics.com

13 Ekim 2008 Pazartesi

Oyun Grubu


Yasemin-Atilla ve Uras ile birlikte ,pek çok blogda rastladığımız oyun grubu aktivitesini Pazar günleri buluşmaları şeklinde yapıyorduk. Sonra Yasemin, bana Mothercare’de tanıştığı Sinem ve oğlu Berk’ten bahsetti ve Sinem’in de bu buluşmalara sıcak baktığını söyledi. Böylelikle üç bıcırın ilk buluşması bu Cuma gerçekleşti. Çocukları birarada seyretmek gerçekten çok keyifli. İlk etapta hiçbiri birbiriyle ilgilenmedi, hepsi önündeki oyuncağa ya da annesine sarıldı (benimki anneanneye). Sonra buluşma saatimiz Berk’in uyku saatiyle çakıştığından Berk uykuya gidince önce Efe Denizle Uras başbaşa oynadı. Uras ve Efe Deniz karşılıklı oyuncak savaşı yaptılar. Uras hangi oyuncağı alsa Efe Deniz, oyuncağı Uras’ın elinden çekti aldı, Uras da geri aldı durdu. Ama en komiği,bir ıslak mendilin birinden diğerine sürekli bir çekiştirme halinde geçip durmasıydı. Düşünün oyuncak bile değil,ıslak mendil :)

Efe Deniz oyuncağımı aldıııııı....

Heheh geri aldımm :)

Yine de hoşumuza gitti aidiyet duygusu gelişmeye başladıysa,paylaşma da peşinden gelecektir diye düşündük.
Beraber oynayalım mı?


Sonra Berk de uyanınca salona geçtik ve beylerin ikindi atıştırma faslı başladı.


Dizildik koltuğa yemeklerimizi bekliyoruz

Berk daha önce çok fazla katı gıda ile tanışmamış, sanırım ilk defa muzu denedi ve çok sevmişe benziyordu. Uras’ın da tercihi muzdan yanaydı. Bizimki ise biraz yoğurt(Yasemin’in ellerine sağlık), biraz da sevgili Yasemin’in bizler için hazırladığı kekten yedi. Uras’ın uyku vakti geldiğinde bizimki sürekli bağırıp, çağırıp deli dana gibi bir oraya bir buraya saldırıyordu. Bu gürültüde nasıl uyuyacak Uras’cım derken, üç çocuklu bir ortamda bulunmanın yarı şaşkınlığı yarı yorgunluğuyla kurtarıcı fikir annemden geldi: “biz Efe Deniz’i alıp çıkalım, dışarıda açık havada uyusun, hem Uras rahat uyur, hem siz rahat edersiniz”. Gerçekten de Efe Deniz dışarı gittikten sonra evde bir sesszilik oldu. Berk maaşallah hem çok kibar, hem de sakin bir çocuk. Uras desen hareketli ama o da kibar. Bizim ki hem hareketli hem cazgır. Bir yandan tüm ses çıkaran oyuncakları çalıştırıp, bir yandan elindeki kutu ya da oyuncakları birbirine vurarak es çıkartıp bir yandan da yüksek sesle söylenip,bağırıp çağırabiliyor. Hal böyle olunca Efe Deniz’in olduğu ortam evlere şenlik oluyor. Valla bu gidişle ilerde kimse evine kabul etmeyecek bizi.

Uras da uykusunu alınca bu sefer Uras ve Berk beraber oynadılar.

Resmimizi çekiyorlar poz verelim
Biraz da kokteyl modunda sohbet edelim...

Sonuç olarak ilk buluşma, hangi saatlerin uygun olacağını ve nasıl yaparızı keşfettiğimiz, çocukların birbirini tanımaya çalıştığı (daha sonraki buluşmalarda birbirlerine daha ilgili olacaklarını düşünüyorum)annelerin fikirlerini paylaştığı bir gün olarak geçti. İkinci buluşmamız bu Cuma, bakalım bu buluşmada neler yaşayacağız?


glitter-graphics.com

11 Ekim 2008 Cumartesi

Bir müjdeli haber daha

Bir bebek = Mucize , isimli yazımda hayatımda önemli yere sahip iki insanın bebek beklediklerinden bahsetmiştim. İşte dün itibariyle, Hoşver çifti 41 küsür haftanın sonunda kızları Duru'ya kavuştular. Duru prenses yerini o kadar sevmiş ve benimsemiş olmalı ki hani nerdeyse Nehir'in doğumunu bekleyecekti gelmek için. Zeynep'i bir kez daha takdir ettim normal doğum diye direnip 12'den 19:25'e kadar mücadele ettiği ve amacına ulaştığı için.
Her yenidoğan insanın içine bambaşka bir sıcaklık veriyor. Öyle tatlıydı ki süt emme savaşını verirken. Ne çabuk unutuyor insan ne kadar minik ve savunmasız olduklarını...Neyse ilerde seninle bol bol zaman geçireceğiz nasıl olsa, o yüzden tekrardan aramıza HOŞGELDİN DURU PRENSES!

Bu arada henüz çok yeni olmasına rağmen Duru'nun günlüğü'ne buradan ulaşabilirsiniz...

8 Ekim 2008 Çarşamba

10 Aylık Efe Deniz , 7 aylık Nehir, 32 haftalık Başak


Pazartesi günü (6 Ekim) sağlık ocağına gittik. Malum 1 yaşına kadar aşı sürecimiz bittiğinden hastalık olmadığı müddetçe boy ve kilo ölçümü için para vermek çok da mantıklı olmuyor. Hem ben de tetanoz aşımın 2.sini olmuş oldum. Efe Deniz’in kilosu ve boyu normal gibi. Gibi diyorum çünkü tartıda rahat durmadığı için 9.400 ile 9.700 arasında değişen bir ağırlık gösterdi. Biz ortalamasını alıp 9.500gr kabul ettik kendisini. Aynı sıkıntıyı boyunu ölçmeye çalışırken de yaşadık . Ayakları dursa kafasını kaldırdı bir düzgün ölçtürtmedi boyunu :) Neyse ki sonuç olarak ikimiz de kilo ve gelişim olarak olmamız gereken sınırda çıktık.
Ben 2. hamilelikte, daha şişlerim ve kilolarım üzerimdeyken hamile kaldığımdan yuvarlanan bir top olurum zannediyordum. Neyse ki Efe Deniz’e hamile olduğum haftalardaki kilom ile aynı seyirde gidiyorum. Bakınız ilk resim Efe Deniz’li göbeğim,ikinci resim ise Nehir’li göbeğim :)

Efe Deniz Ekim başı


Nehir Ekim başı



Kızımızın da gelişimi şu an için geyet iyi gidiyor (tak tak tak maaşallah). Şu aralar 2 kg’mı geçmiş olmalı.
Neyse dönelim Efe Deniz’e. Son yazdığımdan bu yana 15 gün geçti ve bu 15 günde bile çok değişti-gelişti beyimiz.
Bir kere moral bozacak şekilde “anneannem” diyor. Baba ve dede zaten diyordu ama “anne” diye bir şey yok. Bununla beraber kendi kendine şarkı gibi birşeyler söylüyor,lay lay lay diyor, kızınca dur durak bilmeksizin kızgınlığını anlatan karmaşık kelimeler kullanıyor. Aba, day, vuu,buu da lügatındaki yeni kelimeler.
Emeklemesi çok hızlı bir hal aldı ama en önelisi sıralarken arada elini bırakıp birkaç saniyeliğine kendi başına ayakta durabilmesi.
Hatta oyun parkında elini bırakıp bir kenardan diğerine geçiş yaptığı bile oldu. Bunları ilk adımları olarak saymalı mıyım bilemedim. Ama itiraf etmeliyim ki bu oyun parkı bizim bıcıra çok yaradı. Tutunup zıplaması, içerden dışarı tek eliyle yakalayıp attığı ve geri atmamızı beklediği top oyunu, kenardan eğilip tülden bakarak “ce-e” yapması,kendini parktan aldırmak için yaptığı türlü şirinlik numaraları…vs.
Büyüklere yaptığı şirinliğin haddi hesabı yok. El sallamalar, baş-baş yapmalar, alo diyen birini görünce elini ya da oyuncağını kulağa götürmeler, başını yana eğip şirin şirin göz kırpmalar daha neler neler. Ama yaşıtlarına gelince biraz bencilleşme mi başladı ne? Pazar günü Uras’lar geldi. Uras, eline ne aldıysa bizimki elindekini bırakıp hep Uras’ın elindekini almak istedi. Hadi Uras 1 ay büyük ve idare edebildi ama Yiğit’ler (6aylık) geldiğinde tam bir kriz yaşadık. Yiğit’e ne versek hemen elinden aldı. Hatta Yiğit’in kendi oyuncaklarını bile. Gecenin ilerleyen saatlerinde ortama baktığımda Nehir geldikten sonraki halimi gördüm ve feci gözüm korktu. Baksanıza yarım saatte salonun haline.



İki çocukla ne olacak benim halim???

Hadi dağanıklığı da geçtim Yiğit bir yandan ağlarken Efe Deniz’in sürekli bir yerlere tırmanma-kaçma-yıkıp devirme girişimi sonucu biz ebeveyinler “merhaba-nasılsın” dışında tek kelime edemedik desem yalan olmaz. Gecenin sonunda Yiğit’in gözü önündeki oyuncak yüzünden, Efe Deniz’in de alnı sehpanın köşesi yüzünden mordu. Tek dileğim şimdi kızımızın da Efe Deniz kadar yaramaz olmaması.
Yaramazlık görceli bir kavram tabii ama Efe Deniz anneannesinde kaldığından ve daha ilk ağlama sesi duyulduğunda “ağlatmayın çocuğu” diye müdehale eden bir dede faktörü olduğundan oğlumuz iyiden iyiye her istediğini ağlayarak yaptırabilen, “hayır ve cıss” kelimelerine gülerek bakan,örtüleri tutup çekip üzerilerindekileri deviren,vazoları kıran, çiçekleri yolan, resim çerçevelerini aşağıya indirmeye çalışan,bulaşık makinasına,buzdolabına girmeye kalkan,bulduğu her kutuyu devirip içinde ne olduğuna bakmaya çalışan kısaca zaptedilmesi zor bir çocuk oldu. Ve bunu nasıl düzelteceğim konusunda şu an hiçbir fikrim yok.
Tüm bunlara rağmen bu kadar hareketli olması hoşuma gidiyor. Sessiz,sakin bıraktığın yerde oturan bir bebek olmasını da istemezdim herhalde. Tabii bunu bir de anneme sormak lazım. Çok yakında 4. ve son olduğuna inandığımız bakıcı ablamızla bize transfer olacaklar. İşte o zaman göreceğim günümü. Bu arada evet, yanlış okumadınız 4. Bakıcımıza geçtik bile ama daha önce de yazdığım gibi bakıcı hikayeleri apayrı bir yazı konusu olacak kadar uzun. Çok yakında “bakıcı nasıl bulunur, nasıl kaybedilir”…


7 Ekim 2008 Salı

Çok çok gecikmiş sobe

8 eylülde Sudamlam sobelemiş beni. Bunca zaman geçmesine rağmen, konu bu kadar güzel olunca dayanamadım geç de olsa yazmak istedim.

Konu: Mutluluğun tarifi ve resmi.

Aslında daha önce bu konuda yazdığım ve adı zaten mutluluğun resmi, olan bir yazı var. Bu yazıda mutluluğun, bekarken,evlenince ve çocuktan sonraki hallerinden bahsetmiştim kendi adıma.

Ama sonra Damla'nın annesi Yaprak'ın, blogunda en mutlu olduğu anı anlatmış olması ,beni de bugüne kadar en mutlu olduğum anı sorgulamaya itti. Ve peşpeşe iki an canlandı gözümde.

İlki, eşimin (hiç beklemediğim bir anda, annemler ile işbirliği yaparak gerçekleştirdiği, kalbimin yerinden çıkacağını, zamanın durduğunu ve o anda sonsuza kadar kalacağımızı sandığım) aşırı romantik evlenme teklifi.

İkincisi ise mutluluğun resmi de diyebileceğim, oğlumu kucağıma aldığım o ilk an.


Gözümden süzülen o bir damla yaş, mutluluğun ve birbirine karışmış binbir güzel duygunun en saf haliydi.

Sanırım bir-iki ay sonra en mutlu anlarımı düşündüğümde bir yeni görüntü daha belirecek gözümün önünde :)

Konu bu kadar güzel olunca, ben de bu yazıyı okuyan herkesi sobeliyorum Kim en mutlu olduğu anı ve mutluluğun resmini paylaşmak istiyorsa yazsın. Herkese Sobeee :)














glitter-graphics.com