CLICK HERE FOR THOUSANDS OF FREE BLOGGER TEMPLATES »

11 Kasım 2013 Pazartesi

Rutinden kaçış


Sevgili çocuklarım,

Başka bir yerde başka biri olarak doğsam ne olurdum diye düşünürüm zaman zaman. Bir balıkçı kasabasında, deniz kenarında bir evde bir balıkçı kızı olarak doğmak isterim nedense... Denize olan aşkımdan, hep deniz kenarında bulduğumdan olsa gerek huzuru. İsimlerinizin bile çıkış noktasıdır denize ve suya olan tutkum. 

İş hayatı, İstanbul’un telaşı, gündem, politika, ilkokul, dersler, AVM’ler üsütüme üstüme gelmeye başlamıştı son günlerde. Birbirini tekrarlayan günlerden, birbirinin kopyası hayatlardan ve en önemlisi kendi kendime tekrarladığım rutinlerden öyle sıkıldım ki... Bir karar aldık babanızla bundan sonra elimize geçen her fırsatta, yağmur, çamur olsa dahi uzaklaşacağız şehirden diye. Daha fazla zaman geçireceğiz doğada.

Bu haftasonu ilk kaçamağımızı gerçekleştirdik. Farklı birşey yapacağız bugün dediğimde “ilk cevabınızın: oyun parkına mı gidiyoruz?” olması bile ne kadar döne döne aynı şeyleri yaşadığımızı bir kez daha ispatladı bana. Bir oyun parkından ne kadar anı bırakabilirim ki sizlere? İleride annem beni çok güzel sallardı ya da inanılmaz güzel jeton atardı oyuncağa mı diyeceksiniz? Ben sizlerle birlikte birşeyler yapmak,güzel anları paylaşmak istiyorum. Ben okulun baskısı daha da binmeden üzerimize rutinden çıkmak istiyorum...

Yola çıktığımızda oyunparkına gitmediğimiz için pek de memnun olmadığınızı hissediyordum bakışlarınızdan, ses tonunuzdan ama içimdeki ses günün çok iyi geçeceğini söylüyordu bana. İstanbul’dan çok da uzaklaşmadan 1 saatlik bir yolculukla vardık Şile’ye. Yazları yer bulunamayacağına inandığım kumsal, sonbaharın ılık güneşinin ısıttığı birkaç sevgili ve köpeklerini dolaştıran çiftler dışında boş sayılırdı.
 
 
Bomboş, upuzun kumsal boyunca koşmak, kumlarda yuvarlanmak (her tarafımıza kum kaçacağını bile bile), denizin sahile vuran dalgalarıyla yakalmaca oynamak, denizden gelen rüzgarın yanaklarımızı kızartması, rüzgarı kalbimizde hissetmek. Özgürlük ve huzur...






Yanımıza aldığımız olta ile balık tutma çabalarımız, sonuçta yakalaya yakalaya bir yengeç yakalamamız yakaladığımız yengecin yeni arkadaşlarınız tarafından katledilmesi, kedi yavrularının peşine düşüp katledilen yengeci unutuşunuz, sizin yeni arkadaşlarınız sayesinde bizim de yeni arkadaşlar edinmemiz,
 


kumda su bulana kadar kazdığınız çukura yerleştirdiğimiz dilek mumu, hepinizin dileklerinizi dilemeniz, kimse o dileklere ulaşamasın diye dilek çukurunu saklamanız, Nehir ve Irmak adındaki yeni edindiğiniz bu ikiz arkadaşlarınızdan Nehir’in Nehir ile, Irmak’ın Efe Deniz ile olan benzerliği ve anlaşması, bizlerin siz oynarken onların anne babasıyla rahat rahat oturup içkilerimizi yudumlayabilmemiz , şömine ateşinde kızarttığınız ekmekler,
 
 
 
 
 

sahilde sizlerin toplayıp getirdiğiniz tahta parçaları ile (Efe Deniz’in söktüğü tahta kapının sahipleri varsa umarım bu yazıyı hiç okumaz)  yakılan kocaman ateş ve etrafında yaptığınız ateş dansı...


 
Yazdan kalma bir günde zamana takılmadan yaşamak...
 
Erol- Funda çifti ve ikizleri Nehir ve Irmak ile karşılaşmasaydık yine bu kadar keyifli geçer miydi günümüz bilmiyorum. Tek bildiğim yeni insanlarla tanışmak, farklı bir mekanda olmak, deniz-kum-güneş-rüzgar ve doğayla içiçe olmak hepmize iyi geldi.




Oltanı unutmana rağmen hiç mızıldanmadın Efe Deniz, bence bunun en büyük sebebi oraya tekrar gitmek için bahnemiz olmuş olmasıydı. Yola çıkarkenki nereye gidiyoruz acaba endişelerinizin yerine, günün sonunda gözlerinizdeki ışıltı doğru karar verdiğimizi gösterdi bize. Bundan sonra top havuzu yerine toprak-kum, jetonlu oyuncaklar yerine ağaçlar, balıklar hayvanlar, sinema filmleri yerine kendi filmimizin kahramanı olmayı seçelim. İleride birgün bugünlere dönüp baktığınızda annenizin sizi salıncakta nasıl salladığı değil, yengeçten nasıl kaçtığı kalsın hatıralarınızda...
 
 




glitter-graphics.com

0 yorum var.Sen de yazmak istersen burayı tıkla...: